Acının taraflısını da gördüm. Bir yanda sözde ülkücüler çözüm süreci adı altında terör örgütü beslendiği gerekçesiyle hükümete yükleniyor, diğer yanda fanatik ana muhalefetçiler hükümete ortak olma fırsatı ellerinden kaçmasın diye sesini çıkarmadan oturuyor, hükümet yalakaları olayı hükümetin terör örgütleri ve aykırı düşünceyle savaşı olarak görüyor, malum partinin destekçileri ülke dışında yeterince kıyamet kopmuyormuş gibi ülke içini karıştırmaya, kutuplaştırmaya çalışıyor. Kimin kimi tuttuğu, kimin nereden ne çıkarı olduğu, kimlerin hangi saçma vaatlerle bir araya getirildiği hiçbir zaman ilgi alanıma girmemiştir; hepsi lokumu yesinler. Ama ben acının taraflısını gördüm. Ateş düştüğü yeri yakar, doğrudur. Ama ben o ateşin dumanını uzaktan görüp ağlayanları gördüm. Ben o ateşin etrafında kutlama yapanları gördüm. Ben gencecik ölümlerin "Örgütlermiş bunlar zaten, yok etmek lazım bunları." diye anlatıldığını duydum. Ben ailesinin gözü önünde vurulan
Uzun süre kendimi manyak zannettim. Evde kimse yokken zifiri karanlıkta müzik dinlemeler, sırf ışık yakmamak için Güneş'in battığı zamanda son ışık huzmesinden bile yararlanarak pencere kenarına tüneyip kitap okumalar, havanın kapalı ve yağmurlu olduğu günler yataktan zıplayarak kalkmalar... Fakat loş ışıkta battaniyeye sarılmış, baş aşağı post-rock dinlerken insan bu halet-i ruhiyeye mantıklı bir açıklama getirebiliyor. Hayır, mantıklı açıklamalarımda depresyon veya asosyallik geçmiyor. Hayır, hayır kesinlikle ergenlik de yok. Bu benim huzur anlayışım. Ne zaman kafamda huzuru canlandırsam kendimi gökyüzünün gri bulutlarla kaplı olduğu, yukarı baktığımda sisli ormanları görebildiğim bir deniz kıyısında buluyorum. Yalıtım. Güneş yalıtımlı Dünya, ışık yalıtımlı odalar, gürültü yalıtımlı müzik... Benliğim de kendisiyle başbaşa kaldığında mutlu oluyor. İşte o zaman fark edemediğim detaylar, kafamı çevirip ikinci kez bakmadığım şeyler, hissetmeyi zaman